DÜNDAR SANSUR


İZ DÜŞÜM...!

Cudi’nin gelinlik giydiği bir gece karanlığında en tatlısını yaşarken hüzün makamında ezgiler çınlar kulaklarımda "Yarınlara Dair..." Kendime benzettiğim yıldızlara bakıp kalp atışımı sayarım, o vakitlerde bir Botan akşamında.. Yokluğuna yaktığım ateşlerle, ısıtmak için umutlarımı, su-sarak çektiğim özlemlerine gözlerinin…


Cudi’nin gelinlik giydiği bir gece karanlığında en tatlısını yaşarken hüzün makamında ezgiler çınlar kulaklarımda "Yarınlara Dair..." Kendime benzettiğim yıldızlara bakıp kalp atışımı sayarım, o vakitlerde bir Botan akşamında.. Yokluğuna yaktığım ateşlerle, ısıtmak için umutlarımı, su-sarak çektiğim özlemlerine gözlerinin… 

Bir beni bir de yalnızlığımı düşündüğümde kendimi hür bilirim.O tatlı yalnızlıkta dilime dökülen kelimeler daha bir koyulaştırır karanlığı bu esmer gecelerinde Şehr-i Nuh’un...

Ya yalnızlık sigara külü kadar yalnızlık ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi...Ve yalnızlık sigara külü kadar yalnızlık, değerini bilemedikleri sevdaları, değerini bilemedikleri dizeleri hatırladıkça göz yaşlarım eşlik eder sancılarıma, gözlerimde inmeyi bekleyen damla vuslatına erer, özlemle, aşkla umutla..

Gönlümün penceresini kapatırken yağmurların sesiyle uyanırım ellerini uzatmış beni bekliyor Bir yanım Cudi, bir yanım, Gabar, diğer yanım tüm güzelliği ile Namaz dağları... Ortasında ise gittikçe büyüyen bir volkan ateşi, bir yalnızlık, bir kahredici sessizlik ve isyan, yüreğin yangınlarda köz köz küllendiği bu demde, yürek yangınına özlemindir sebep sevgili... Caddelerinde bu şehrin, kimliğini arayan bir suçlu gibi yağmura sarıldığım o hazin dakikalardan sonra yüreğimdeki güvercinleri uçururum, gözlerimde başlayan dinmez bir ilahi, baktıkça çürüten bir hercai gibi sarıyor harami yanımı, Şehr-i Botan’da...

Islak, yalnız ve ürkek kaldırımlar oldum olası hep soğuk gelir bana bu ketum şehirde...Asfaltların zift kokusuna yankılanır hüzünlerim..Ellerim cebimde, dudağımda bir ezgi, beni sırılsıklam bir Hazal'a çeviren yağmurla çıkmaz sokakların hepsini dolaştım" bir bir" Şehr_i Nuh’un ve sen yoktun..! Kimsesizliğin ve yetimliğimin izlerini sürüyordum her bir kaldırım taşına her bir sokak başına, kimliğini arayan bir suçlu kimi yalnızlığıma yoldaş arıyordum, kediler ve köpeklerle bakışıyorduk şehri Mezopotamya da… Fırat, Dicle, Hizil ve Munzur nehrinde yıkanır tüm günahlarım, kendi yalnızlığında boğulmamak adına arayışlarıma ses olur ötelerden gözlerinin gülüşleri, hayallerime, dirilir tenim canlanır ruhum sensizliğin betimlendiği bu demlerde… 

Ahh sevgili, Dudağımda yeni bir şarkının hengamesinde bir başka sabaha kavuşurken yalnızlığım devrim yapıyordu bilinmezliğe, ahh özgürlük.

Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar yeryüzündeki dostunuz benim diye haykırıyordum semaya bu şehrin uyuyan gözlerinde bir ben ağlıyordum ötelere... Tebessüm eşliğinde bakınıyordum etrafa beyhude geçirdiğim zamanıma acı bir gülümseme hediye ediyordum... Zaman ne de geçiyor sevdiğim... Şehr-i Mezopotamya’da zaman, kendi döngüsünde gözlerine dönüşürken ben özlem denizlerinde bir gülüşüne gülümsüyordum Saatler 05.... Söndü lambalar diyordum kendime... Uyumak istemiyorum, çünkü rüyama turnalar gelmiyor... Uyumak istemiyorum, çünkü kabuslar beni bekliyor... Bu gün kalbim yitik nameler peşinde...

Uykuyu unutan gözlerim bir bilinmezi araştırıyor... Acaba yalnız olduğumu hissettiren gece mi? Hüzünlenmek için geceyi mi bekliyorum? Yanan bir yüreği ıslandığım yağmurla mı söndürüyorum? İçimde yankılanan bu sorulara mavilerini, denizini kaybetmiş martılar cevap veriyor deniz gözlerine çalan... 

Güvercinlerden duyduğum “Mezopotamya da sensizliği yaşamak” şiiri beni sevda diyarına hicret ettiriyor... ahh sevgili, ben ruhunu özgürlüğe onurla verenlerin seslerini işitiyorum şafağında Botan’ın, Umut yakındır o günler yakındır diye haykıran… ve Sen nerden bileceksin ki içimde bir yağız atın vurulduğunu, dudaklarımda dudaklarının seni özledim tınısının hülyası, gözlerimde gözlerin, yanı Dicle’ye dönüşen sessiz yağmurlar… Yüreğimde yamaçlarında dağlarında, yaktığım ateşlerde kendi küllerinde kendisini yeniden yaratma çığlıklarının yedi göğü çınlatan çığlıkları, ahh sevgili, oysaki sen nerden bilecekesin ki, kanatlarından vurulan güvercinlerin bir daha dönmeyeceğini ve mavilere yazılan bir hüznün son damlasının da ona gittiğini nerden bileceksin ki sen... Beni hıçkırıklara boğan bu dizeler yüreğimdeki yarayı kanatıyor, yalnız olmadığımı, içimde titrek bir mum edasıyla yanan ateşin olduğunu hissediyorum...

Beni ağlatan dualar gibi gözlerimde başlayan bir sevdayı taşıyorum yarına... Fek-i Teyran gibi kuşanıp sevdamı, düştüm yollara “düşlerim belki” geri dönerim diye, dağlara doğru, yürüyüşüm gözlerine duyduğum özlemlerin derinliğine doğru.. .Yol göstermesi için gözyaşlarımı döktüm attığım her adımdan sonra... Pervane böceği oldum sanki hani o ateşe aşık olup atmıştı kendini ateşe... Ateş uğruna ateşe atılmaktı istediğim.. .

Kimseye söyleyemezdim yalnızlığıma sevdalandığımı merhamet abidesi kardelene yöneldim... Bulutların kulağıma fısıldadığı şarkıyı yalnızlığıma yazdığım şiiri bir de ağlayan Serçe'leri alıp yürüyorum sonsuzluğa, sonsuz maviliğe doğru ilerliyorum gecenin biten yarısında, bir yanım Cudi diğer yanım Gabar, ortasında ise Kocaman bir YALNIZLIK ve yangın ve ateş ve yürek ve özlem ve AŞK ve UMUT!!!..

Alim yardımcım kardelen yoldaşımdır şimdi.... vs. SEVGİYLE...